İnsan ve Hayvanın İlişkisi; Sadece Merhamet Değil, Etik Sorumluluk
- Eylul Ezgi Serul
- 3 gün önce
- 2 dakikada okunur
İnsan–hayvan ilişkisi tartışıldığında merhamet ve vicdan kavramları sıkça karşımıza çıkar. Bu yaklaşım iyi niyetli olsa da bazı önemli noktaları görünmez kılar ve ilişkide sorunlu bir çerçeve yaratır. Bu nedenle bu ilişkiyi modern etik perspektifi üzerinden düşünmek, daha sağlıklı ve daha adil bir pozisyon almamıza yardımcı olur.
Dikey asimetri, iki taraf arasında güç, statü, otorite veya savunmasızlık açısından belirgin bir hiyerarşi olduğunda ortaya çıkan ilişkidir. Bu tür ilişkilerde bir taraf daha “güçlü,” diğeri ise daha “zayıf” veya korunmaya muhtaç konumda görülür. Merhamet kavramı çoğunlukla bu dikey ilişkiyi varsayar: merhamet eden “üstte,” merhamet edilen “altta”dır. Merhamet elbette ilişki içinde hissedebileceğimiz bir duygudur. Ancak ilişkinin merkezine merhameti yerleştirdiğimizde, bağlam değişir ve dikey, asimetrik bir ilişki ortaya çıkar. Merhamet çoğu kültürde güçlü olanın zayıf olana iyi davranması olarak kodlanır. Bu yüzden doğası gereği hiyerarşiktir; “merhamet eden” kendini daha güçlü, daha rasyonel, daha yetkin bir konumda kurar. Böylece insan–hayvan ilişkisi eşitlikten uzaklaşır.
Oysa hayvanlara dair sorumluluğumuzu merhametle değil, hak, adalet ve ortak varoluş temelinde düşünmek gerekir.
Tam burada Judith Butler’ın “ortak kırılganlık” kavramı yol göstericidir. Hepimiz –insan ve hayvan– incinebilir, yaralanabilir ve ölebilir varlıklarız. Hiçbirimiz yukarıda veya aşağıda değiliz; aynı zeminde, karşılıklı bir yaşamı paylaşıyoruz. Nefes almak, beslenmek, korunmak, anlaşılmak ve bakım görmek zorunda olmak bizi eşit kılar. Bakım tek yönlü değildir; insan da kırılgandır ve dünyanın bakımına bağımlıdır.
Benzer şekilde Jacques Derrida, hayvanların dünyaya sadece tepki veren değil, yanıt verebilen canlılar olduğunu vurgular. Hayvanlar bizimle ilişki kurar, dünyayı anlamlandırır ve öznel bir varoluş sürdürür. İnsan ile hayvan karşılaştığında birbirlerine bakar ve birbirlerini görürler. Bu bakış, hayvanı öznelerarası bir ilişki içinde tanımamızı sağlar. Derrida’ya göre etik tam da bu karşılıklı görünme anında başlar; merhamette değil, ilişkide. Bu nedenle kendimizi “merhamet eden” konumuna yerleştirmek bir yanılsamadır. Gerçek konumumuz, birbirine bağlı, birbirinin varlığını etkileyen kırılgan canlılar olmamızdır. Kendi kırılganlığımıza sahip çıkmak ve doğayla birlikte yaşadığımızı kabul etmek, etik sorumluluğun başlangıcıdır.
Sonuç olarak bu yatay asimetrik bir ilişkidir ki, taraflar arasında eşitlik olmasa bile karşılıklı kırılganlık, bağımlılık ve yaralanabilirlik temelinde kurulan ilişkilerdir. Burada asimetri tamamen ortadan kalkmaz; ancak hiyerarşik değildir. Taraflar birbirlerini “üst–alt” konumlarında değil, birbirine karşı sorumluluk içeren öznel varlıklar olarak düşünür. Dolayısıyla hayvanları korumak bir duygusal tercih değil; etik bir yükümlülüktür. Onları beslemek, bakmak ve yaşatmak “merhamet” değil, ortak yaşamın gereğidir. İnsan–hayvan ilişkisi bu çerçevede ele alındığında, mesele merhamet değildir; karşılıklı kırılganlıktan doğan etik bir sorumluluktur. Bu yaklaşım, hayvanların yaşam hakkını insanın insafına bırakmak yerine, birlikte paylaşılan kırılgan dünyada onların varoluşunu tanımayı, zarar vermemeyi ve eşit derecede yaşama hakkına sahip özneler olduklarını kabul etmeyi gerektirir. Bu yatay yaklaşım, merhameti değil, adalet, sorumluluk ve hak temelini öne alır.



Yorumlar